Hürriyet

>

31 Temmuz 2011 Pazar

Kanka olduk, boşanıyoruz!


Son günlerde çok moda bu laf, boşanmanın yeni gerekçesi, kanka olmak. Benim anam-babamdan daha kanka olan kimseyi görmedim, 70li yaşlarının başlarındalar, ama boşanmayı düşünmüyorlar. O zaman bu arkadaşların derdi ne? Evliliği ne sanmaktalar, bir tür Rio Karnavalı mı?
Zaman geçtikçe ve birlikte tüketilen vakitlar arttıkça, cinsel isteğin tükeneceği bir gerçek. Evliliğin başlarında tam gaz ve heyecan içinde geçen geceler, yerini daha sakin, bol Tvli, entellektüel düzeyi yüksek gecelere bırakır. Daha çok konuşup daha çok dinlemeye vakit kalır. Sonra bir bakmışsınız ki, kanka olmuşsunuz. Eee, ne kötülük var bunda? Zaten sonunda olacağınız bu, ha üç gün önce, ha beş gün sonra, ne fark eder. Evliliği, sadece cinselliğin özgürce ve devlet izniyle yapılmasına izni verilen bir kurum olarak görüyorsanız, eyvah eyvah!iki-üç yıl içinde bitti gitti sizin evlilik! Ama daha derin bir birliktelik, ortak bir amaca beraberce ulaşım, günün sonunda yanında en yakının olması anlamında alıyorsanız evliliği, zaten bu başlık boş laf gelir size.
Yeni evlenenlere sesleniyorum, sanmayın ki her zaman balayı bu hayat. Bir araya gelmenizin tek nedeni seks değil.O sadece işin bonusu. Asıl amaç bir arada hayatta kalmak, birbirinden güç almak. Tamamiyle ticari bir kurum, ortak kazanç, ortak gider, malların ortaklığı falan. Bu ip üstündeki ikili dansı en iyi kankanla yapmayacaksın da kimle yapacaksın? Her dakika cinsel gerilimin yaşandığı bir ilişki düşünsenize, ne kadar stresli? Ayrıca şunu da unutmayın, en iyi seks yaptığınız partnerınızla mı evlendiniz, yoksa başka özellikleri mi sizin için ön planda? Madem seçiminizi muhteşem seks partnerinize kullanmadınız, evliliğinizde de havai fişekleri on yılın sonunda pek de beklemeyin (on yılın sonunda Brad Pitt bile bayabilir bu arada). Ama uyumlu, huzurlu ilişkilerin arka planındaki seks, çiftler için çok daha doyurucu. Ne roller-coastera binin, ne de üzerinize ölü toprağı serilsin. Dengeleyin, ve kanka olduk saçmalığı sebebiyle ayrılmaya kalkmayın. Zaten ne olmayı bekliyordunuz ki?

29 Temmuz 2011 Cuma

Çocuk ve Sörf


Anne-baba olmanın sanki ilk şartı, nedense evladını hiçbir şeyden mahrum bırakmamaya çalışmak ve her türlü aktiviteye geç kalmadan, derhal atlamak. Bu sebeple, günün her saati bir başka kursa yollanan çocuklarla dolu etraf. Ben de yapmadım mı? Yaptım tabiki. Allahtan, çocuğum çok net hayır diyebiliyor, benim aklımı da başıma getirebiliyor. Yoksa bana kalsa, benim oğlan bir yandan piyano çalacak, kayak yapacak, yüzecek, satranç oynayacak, Aikidoya gidecek vs. İyi ki bana kalmamış:))
Her aktivitenin bir zamanı, ihtiyaç duyduğu bir kas yapısı ve çocuğun zihinsel gelişimin belli bir evresini tamamlamış olması gerekiyor. İşte rüzgar sörfünde biz bu üç özelliği şimdi yakaladık. Genellikle 7 yaş üstündeki çocuklar, bu spor için yeterince kaslı, komutları algılayabilen ve uygulayabilen sınıfa giriyorlar. Yaz mevsiminde, belki de bir çocuğun yönlendirilebileceği en iyi aktivite rüzgar sörfü. Öncelikle çocuğun boardda denge sağlaması, sonra yelken kaldırması ve rüzgarı yakalaması öğretiliyor. Bireysel sporlar içinde, belki de çocuğunuza hayatta kalmayı öğreten tek spor. Bunun bilincindeki çocuk da bu sporla kişiliğini gerçekten sağlamlaştırabiliyor, hayatta kalabilen güçlüdür çünkü. Oğlum 8 yaşında, bir süredir bu sporu Bodrum-Gümüşlük'teki yazlığımızın yanında bulunan bir sörf okulunda yapıyor. Her sabah keyifle erkenden uyanıp, mızırdamadan kahvaltısını yapıp koşarak gittiği tek eğlencesi. Bu arada şaka-maka derken oğlanın peşinden kim gidecek derdi düştü mü bize! Derhal sörf dersleri almaya başladım 40'ımdan sonra, belim ağrıyor olabilir, ayaklarım kopuyor olabilir ama bu işi derhal öğrenmem gerek, yoksa bu oğlan sörfü alıp açıldığında ne halt ederiz biz kıyıda?

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Harika bir yaz sporu-Rüzgar Sörfü



Uzun zamandır yazım yoktu sevgili okur farkındaysan, ama bu demek değildir ki yan gelip yatıyordum. Asla, su uyur, yazarınız uyumaz. Yemedim, içmedim, rüzgar sörfü Bodrum'da nerede yapılır, nasıl yapılır, kimler yaptırır, onun peşine düştüm. Gerçi çok aramama gerek kalmadı, Gümüşlük'te harika bir saklı cennet keşfederek bu yazımın konusunu yakalamış oldum.
Aslında Bodrum'da öyle rüzgar falan pek olmaz derler ya, sakın inanmayın. Bu koyda bir rüzgar var ki, gölgede yatanı üşütür. Neredeyse Ağustos'tayız, bu küçük koyda ısınmak için arada güneşe çıkıyoruz. Düşünün, Bodrum'da üşümek, ne lüks değil mi? Küçük bir otelin açtığı sörf ve optimist okulu var bu koyda, Club Zemda. Çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden bu okul harıl harıl eğitim veriyor, hem de dünya tatlısı gençlerle. Açıkçası ilk dersi almadan önce bayağı çekindim. Ne de olsa 40 yaşı geçmiş, beli düzenli ağrıyan, sporu da hayatından ciddi ciddi çıkarmış birisiyim, koskoca alet ve edevatlarla, denizde rüzgara karşı bir spor bana göre mi acaba? Cevap veriyorum, EVET, tam bize göre...Herşeyden önce, eğitmenler çok sabırlı ve işini iyi yapan gençler. Hani vardır ya bir gözü saatte diğeri 17 yaşında bir kızın kalçasında, bitse de gitsek tarzında turist hocalar, işte burada yok onlardan. Bahadır(25, Marmara Unv.Fra.Kamu Yönetimi), daha ilk dersten bana dengeyi nasıl kuracağımı anlattı, yarı beline kadar suda, bir dakika boşverdiğini görmedim. Kendinden emin ve güven veren sesi sayesinde neredeyse birinci günün sonunda kendimi bu iş için yaratılmış gibi hissettim.Yanlış anlamayın, sadece gaz değil verilen, ciddi bir eğitim, gerçekten gidebilecek durumdayım yani. Ardından Yener'le(25, Mersin Unv. Fra. Mütercim Terc.) açıldım. Sakın derin mavi gözlerine dalıp dinlememezlik etmeyin, her lafı altın bir bilezik çünkü. Üçüncü günün sonunda artık kendime güvenim tamdı. Sonra Kağan'la(21, Muğla Unv.BESYO) ders yapma şansım oldu. Manevralarımı, duruşumu, rüzgarı yakalayışımı tek tek izledi, yanlışları düzeltti. Tıpkı Can(23, Mersin Unv.Fra. Mut.terc.), Bahadır ve Yener gibi. Öğrencilerini asla ayırmıyorlar, başka bir grupla bile olsalar, yanınızdan geçerken yapmanız gerekenleri tekrar tekrar söylüyorlar. Bu grupla öğrenmemeniz imkansız. Ama, hocanız anlatırken, Hey Ali Can bak ben n'apıyorum, ya da Seeliim, bana bak bana, durumundaysanız, Bora Kozanoğlu gelse size bir halt anlatamaz:))
Gelelim fiyatlara, altı saatlik ders 240 TL, on saatlik ders 340 TL. Detaylar için linki tıklayabilirsiniz:
http://www.clubhotelzemda.com
Unutmayın, sörf sadece kas işi değil, bir zihin sporu. Sürekli rüzgarı takip edecek ve vücudunuzla altınızdaki aleti kontrol edeceksiniz, şaka değil, anlık bir dalgınlık sizi denize düşürür. Ama korkmayın, o da lazım, arada serinlemek fena olmuyor çünkü.
Yakın zamanda okuduğum bir araştırma yazısına göre insanlar başkalarının tecrübelerinden ziyade broşürlere inanır ve tercih ederlermiş.Sebep te kendilerini daha özel hissetmeleriymiş. Halbuki yine aynı araştırma, başkalarının tecrübelerine göre yapılmış bir seçimin, broşüre istinaden yapılandan çok daha fazla mutluluk getirdiğini ispatlamış. Bunun yorumu şu, ben tecrübe ettim, memnun kaldım. Şayet benden çok ama çok özel olduğunuzu düşünüyorsanız bu yazıyı artık okumayın. Yook, başkalarının yaşanmışlıklarını tecrübe olarak alabiliyorsanız, buyrun size harika bir mutlu seçim.
Huzurlarınızda, bana bu sporu sevdiren ve öğreten hocalarım güzel gözlü Yener'e, altın sarısı bukleli, dünya tatlısı Kağan'a, karizmatik Bahadır'a, hep gözlüklü dolaştığı için gözlerini asla göremediğim Can'a, oğlumun kahrını 15 gün çeken Ilgım'a(21, Piri Reis Denizcilik), her dilde eğitim veren Omar ve Derman'a(Gerçek adı Diarmuid Chevallier, her yıl Fransa'dan gelip burada ders veriyor, Dundee Unv.öğrenci-20 yaşında), programları ayarlayan Başak'a ve her işe koşan beachboy Mercan'a(13, BLIS, Ankara'dan çalışmaya geliyor, muhteşem bir delikanlı olacak) teşekkür etmek istiyorum. Artık her yıl sizinleyim çocuklar...

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Facebookta Nefret Ettiklerim;



Bugün huysuzum. İşte yazarınızın karanlık yüzü, kızınca nasıl fırtına kopardığı:)) Öncelikle Facebooktan başlayalım bakalım.
Anasayfama baktıkça içimi karartan, okuduğumda sinirlerimi zıplatan ve nedense sıkça yapılan, en nefret edilesi gönderiler;

1. Gittikleri her yerden, mobil bağlanıp sayfalarına ne kadar eğlenip ne kadar keyifli olduklarını yazanlar. Sorarım sizlere, acaba gittiğiniz yer mi sizi tatmin ediyor, yoksa başkalarının sizin nerede olduğunuzu bilip, gıpta etmesi mi? Şayet o kadar keyiflisiniz oralarda, ne halta hemen online olup anasayfanıza, arkadaşlarınıza bildiriyorsunuz? Madem öyle, gerçekten tek tatmin olduğunuz anı da yazın, 'az önce orgazm oldum, süperdi.' Yazmadığınıza göre yeterince tatmin olmadığınız sonucunu çıkarıyorum:))

2.Sağdan soldan, fazla da okumadan paylaşılan, ne anlam, ne edebi, ne de felsefik hiç bir derinliği olmayan, paylaşanın üretmediği alıntılar. Size güzel gelen her lafla benim sayfamı, aklımı ve düşüncelerimi neden kirletiyorsunuz? Sizin diyeceğiniz bir şey varsa amenna, dinlerim. Ama ne idüğü belirsiz alıntıları, yapmayın lütfen... Hele bazıları paylaşanın karakterine bile uymuyor. Sizi okumamızı istiyorsanız daha yaratıcı ve kendinize ait olun lütfen.

3. Sürekli yardım paylaşımı yapanlar (hayvanlarla ilgili çağrı yapan ciddi dernekler hariç). Kaçınız bu paylaşımları yapmadan önce verilen telefon numaralarından teyit ediyorsunuz? Çoğu yıllar öncesinden kalma, daha da çoğu sadece mail ortamında adres avlama amacıyla ortaya atılmış dalavereler. Özellikle arıyorum, sapık gibi takipteyim, daha doğru bir yardım paylaşımıyla karşılaşmadım. Pas etmeden önce bir bakın, neyi pas ediyorsunuz? Böyle yalanları paylaşmanız bir tek gerçeği ortaya koyar. Aslında yardımsever falan değilsiniz, sadece başka birine yollamak kolayınıza gidiyor. Çünkü niyeti olan arar, öğrenir ki yalan, o zaman da paylaşmaz.Her şeyi başkalarından bekleyenlerden nefret ederim...

4. Dini gönderiler, son derece rahatsız edici, aşırı uçlardaki politik görüşler. Sayfa bir anda karışıyor herkes birbirine giriyor. İnanç, kul ile Tanrı arasında, kimseyi ilgilendirmez. Yol, kişiye özel, ister Kur'an, ister İncil, ister Tevrat. Kur'an'dan hadisler, İncilden bablar, gözü yaşlı-başı bağlı çocuk resimleri eşliğinde sunuluyor. Bu paylaşımlardan da nefret ediyorum, beni doğru yola sen mi getireceksin? Kim verdi sana Allah'la arama girme yetkisini? Hangi rütbene dayanarak aracı olmaya kalkıyorsun? Bunu yapıyorsan zaten inancın yok ki senin!

5. İki kişinin güya çakılmayan paslaşmaları. Sadece onlar anlıyor biz salağız ya! Yapmayın, madem bu kadar gizli, facebookta ne işiniz var, özele mesaj atın yahu!

6. Arkadaş sayısında rekor kırmaya çalışanlar. Kaçıyla görüşüyorsun? Haftada bir dürtmek için beni listene aldıysan sil gitsin..!

7. Bir de ne yazdığı anlaşılmayan, chat dili dedikleri, sesli harflerin yutulup Türkçenin darmaduman edildiği paylaşımlar. Ya siz okulda hiç Türkçe dersi almadınız mı? Kendi dilini güzel kullanamayan, düşüncelerini nasıl anlatır, nasıl anlaşılmayı bekler? Sizi anlamıyorum, anlamayı da red ediyorum. Doğru düzgün Türkçe kullanana kadar! Mümkünse ayrı yazılan de/da ve soru eklerine de özen gösterin, yoksa gerçekten anlam karışıyor!

Şimdilik bu kadar sevgili okur. Aklıma geldikçe eklerim, senin de ekleyeceklerin varsa alttaki 'yorum' boşluğuna yazıver, biz de öğrenelim. Ha, katılmadığın varsa onu da yaz, eleştiriden korkan eleştiren gibi olsun:))

5 Temmuz 2011 Salı

Yaşlı Adam Sendromu



Bu yazıyı yazmak bu güne kısmetmiş. Çok bilen yazarınız iş başında yine. Gündemdeki yaşlı adam-genç kadın ve yıkılan bir yuva trajedisinden beslenen bir yazıdır bu okuyacağınız. Ama sanmayın ki sadece kaynak gündemdeki evlilik, ne yazık ki, çevremde de gerçekleşen bir yığın olay var. Duramadım artık ve yazıyorum.
Her şeyden önce daha önceki yazılarımda belirtmiştim, yaşlı adamın tecrübesinden kaynaklanan cazibesi genç kadınların aklını uçurur, çünkü kadın, yaşıtlarından asla göremez bu davranışı. Neden peki? Çünkü kadın erkeğe göre her zaman daha çabuk olgunlaşır ve yaşıtı erkekten, duygusal olarak, en az on yaş öne geçer. Küçük bir örnek vereyim, oğlumun dört yaş doğum günü partisindeyiz. Erkekler yere oturmuş ınn ınn sesleri eşliğinde araba tokuşturuyor, yaşıtları kızlar ise kenarda oturmuş ‘sen büyüyünce kiminle evleneceksin’ sohbeti yapıyor. Yerde oturmuş, hiçbir şeyden habersiz, ağızları açık araba tokuşturan erkekleri paylaşıyorlar. O gün, bu manzara beynime kazındı. Daha erkekler burnunun yerinden emin değilken, kadın doğan minicik kızlar gelecek için plan yapıyorlar. Bu durumda, hangi kadın yaşıtı erkeği yeterince olgun bulabilir ki? Pek azı. Doğal olarak kendinden biraz daha yaşlı erkeği tercih eder, sadece daha iyi anlaşabilmek için. 3-5 yaş zaten kabul gören bir fark. Peki 25-30 yaş ne oluyor?
İşte ona biz çok oluyor diyebiliriz. Sanki koca değil de baba arayan bir küçük kızın tercihidir bu. Baba şefkati, ilgisi ve sıcaklığı görmemiş kadının içinde her zaman küçücük bir kız çocuğu kalır ve sevgiyi, güveni arar. Bulduğunda da aşık olduğunu zanneder. Hâlbuki küçüklüğünde karşılayamadığı baba ihtiyacıdır sadece hissettiği. Ama bunu anlaması zaten imkânsızdır. Yaşamadan anlayamaz. Ne zamanki bu ihtiyaç biter ve genç bir adamın vücudu çekici gelmeye başlar, işte o zaman çalar alarm zilleri. Kadın kendini kurtarır da, adamın bu kadın uğruna terk ettiği tüm değerleri yeniden hesapladığı gündür o. Sonuç olarak, hiçbir kadın kaybetmez, tek kaybeden erkektir. Şefkat için, baba özlemi için, sadece daha iyi bir maddi hayat için tercih edilen yaşlı erkeklerin,ruh subyancılarının pişman oldukları gün, daha genç bir erkekle aldatıldıklarını öğrendikleri gündür. Ne yapalım, onlar da beraber yaşadıkları o üç kısa günün hatırasıyla geçirsinler kalan zamanlarını. Ne de olsa kelebeğin ömrü bir koca gündür) !