Hürriyet

>

29 Aralık 2011 Perşembe

Vongole Zamanı!


Vongole, yani bildiğiniz kum midyesi, bizim mutfağımızda çok yer kaplamasa da tadı itibariyle aranan bir yemek olma yolunda. Ben de vongoleye hayran biri olarak, evde basit bir vongole-spagetti nasıl yapılır tarifini vereyim dedim. Çünkü, bildiğiniz gibi içinde r harfi bulunan aylarda midye lezzetli olur (ay adlarını İngilizce düşünmeniz gerek), ve bu ay aralık, yani VONGOLE ZAMANI!

Öncelikle kum midyesi alarak işe başlayın. Ben Kadıköy çarşısında buluyorum. Küçüklerini ve kapalı olanlarını seçin. Midye, pişmeden önce kapalı, pişince açık olmalıdır. Aksi takdirde atın gitsin. Evde iyice yıkayın. Ne de olsa adı üstünde, kum midyesi, kumlu oluyor. Yarım kilodan az fazla domatesi yıkayıp zeytinyağı kızdırdığınız tencereye boşaltın. Bu iştahlı iki kişi kişi için verilmiş tariftir, nomal üç kişi hatta sıksanız dört kişi bile yer. Domatesler fokurdarken içine
doğranmış en az beş diş sarmısak, taze kekik, karabiber, tuz ve bir tutam da şeker ekleyin. Yarım çay bardağı kırmızı şarap hem lezzet katar hem de tadını güçlendirir. Beraberce fokurdatın bu nefis kokan sosu, sonra 300 gr. midyeyi içine atın. Hemen kabuklarının açılmaya başladığını fark edeceksiniz. Bu sırada içine biraz maydanoz ve rokayı doğrayıp içine atıverin. İşte Vongoleniz hazır, 10 dk. tıkırdattınız mı servise geçebilirsiniz. Ben bu 10 dk. içinde bir de spagetti haşlıyorum. Andante (yani orta karar) pişirdiğim spagettileri (9 dk. ideal bir süre bana göre), soğuk sudan GEÇİRMEDEN (burası önemli, sudan geçen makarna hem lezzetinden hem besin değerinden kaybeder. Ayrıca, yıkanmamış makarna sosla karıştığında pişmeye devam edeceğinden 9 dk. sert andante, olur size muhteşem andante! Makarnayı pişirirken suyuna zeytinyağı katmayı unutmayın olur mu?)


Şimdi elimizde andante spagetti ve mis gibi bir vongole var. Büyük bir kapta güzelce karıştırıp servise başlıyorum ben. Ama siz ikisini ayrı da servis edebilir, vongole sosuna, kızarttığınız ekmekleri banarak lezzetine varabilirsiniz. Yemek bir keyiftir. Aynı yemeğin binlerce değişik tarifi olması da bu yüzdendir. Siz bu tarife istediğinizi ekleyerek kendi vongolenizi yaratabilirsiniz. Çünkü zevk sizin, keyif sizin. Ben sadece size böyle bir yemeğin yapımının ne kadar kolay olduğunu gösterir size ilham ve cesaret verebilirim. Korkmayın, yemek yapmak çok eğlenceli, keyifli ve basittir. Yeterki cesur olun, mutfağa girin. Yukarıdaki yemek, 20 dk. dan az bir sürede, bi kadeh şarap içimi eşliğinde pişti mesela. Kokusunun verdiği keyif, sofradaki görüntüsü ve servis yaptığım erkeğin bakışı bana yetti de arttı bile! Afiyet olsun!
Küçük bir not: Her ne kadar ismi afilli ise de son derece ucuz bir yemek olduğunu bilin. Kum midyesinin kilosu 15 TL. Yani 5 TL.lik midye ile 2 tl.lik makarnayla ziyafet hazırlayabilirsiniz, üstelik rezil etme şansınız yok, mutlaka güzel oluyor. Sofradaki en pahallı şey sanırım şarap, ona da kıyın canım azıcık:))

25 Aralık 2011 Pazar

Şikayetim Var! Oğlum Ödevini Yapmıyor!


Her akşam, her haftasonu bir kabusum var. Benim oğlanın ödevleri. Anaokulundan beri hep başımızın derdi oldu bu kağıt parçaları. Ne yaptıysak olmadı, beceremedik, ne çocuk hevesle sarıldı ödevlere ne de biz bu sorumluluğu zevkli hale getirebildik. Öğretmenleri alışır dediler, ilerde yapacak, bu geçici bir süre. Yok kardeşim, geçmedi gitti. Hala kavga-dövüş, hala bağırış, hala direnme. İlk olarak bu senin sorumluluğun dedik, yapmak zorundasın. Hiç umursamadı, erteleyeceği son dakikaya kadar erteledi, yapmadan okula gitti. Okuldan bir uyarı da gelmeyince, oh be dedi, bitmeyince bir halt olmuyor, niye yapayım ki? Derhal okula gittik, konuştuk öğretmenlerle. Dedik ki mahvettiniz bizi, yalancı çıkardınız, yapmayınca rezil olursun dedik, olmadım işte diye geldi eve, ne yapacağız şimdi? Okul güzelce işin içinden sıyrıldı, sizin sorumluluğunuz dedi ve konuyu kapadı. Okulda rezil olursun tehditi bitince işe ödülden girdik. Biten her sayfa sonunda eğlenceli vaatlerde bulunduk. Bir süre sonra vaatler peşinen alınmaya ve ders yapılmamaya başlandı. Sonunda vaatler sona erdi, çünkü hiç işe yaramıyordu, cezaya geçildi. Şu kadar saatte yapılmayan sayfa sayısı karşılığı TV seyretmeme, PS3 oynamama yasağı getirildi. Sonuç? Anne, cezam kaç günse ver de bitsin diyen bir oğlum var. Zaten ps3 cezam vardı, daha kötü ne verebilirsin ki diye yayılan bir çocuk! Peki kaç yılda bu noktaya geldik? Tam tamına 3 yılda. İlerde bizi ne bekliyor bilemem ama ben her ödev geldiğinde diken diken oluyorum, evden kaçmak istiyorum. Aslanım oğlum, akıllı çocuğum, zeki yavrum iltifatlarıyla başlayan 5 saatlik maratonun son dakikalarında atılan ölmek istiyorum, şiştim yeter çığlıkları bir ödev saatinin daha sonuna gelindiğini anlatıyor bizim evde. Eşimle nöbetleşe geçen bu saatler boyunca hırpalanan veli tazelenmek üzere çocuktan uzaklaştırılırken, diğer veli korkunç odaya girer. Şu an örneğin nöbetteki veli benim, PSP kapının önünde, çöp toplama saatine kadar bitmezse ödev PSP çöple gidecek! Ve Allahım, bitiyor işte, iki günlük maratonun finalini PSP tehditi tamamlıyor. Çocuğum bu kabustan da sağ salim çıkıyor, ama biz bittik. Baba kendini odaya kapamış, bilmiyorum nasıl gevşiyor, ben opera dinliyorum. Bu haftayı da bitirdik, mutluyuz!

20 Aralık 2011 Salı

Aralık Ayında Viyana - Üç Günde Nerelere Gitmeli?


Viyana her mevsimde çok güzeldir ama aralık ayında bambaşka bir havası olur. Kentin değişik yerlerinde açılan Noel Pazarları, Noel konserleri ve sıcak şarap büfeleriyle, soğuğa rağmen gezme isteği uyandırır insana. Gelelim bu ay iki ya da üç günlük kaçamak yapacaksanız ve ilk defa gidiyorsanız nelere öncelik vermeniz gerektiğine. Yazının bundan sonrası sadece kişisel tercihler içerir, o yüzden her türlü eleştiriye açıktır.
Öncelikle tabiki birinci bölgede bir otelde kalın ki, her yere yakın olun, 72 saatlik metro biletini de 13€ karşılığında satın alın ve gezmeye başlayın.Sanat severler için ilk durak Albertina. Munch'tan Picasso'ya, Dali'den Magritte'e değişik yüzlerce tablo görülmeyi bekliyor. Şubat'ın 26'sına kadar Magritte özel sunum var, yetişebilirseniz mutlaka uğrayın ve en az üç saatinizi ayırın. O kadar dolu çıkacaksınız ki oradan gün sonuna kadar başka galeri gezmeyin bence. Ama vakit sınırlı ise yapacak bir şey yok, derhal Belvedere'ye geçip Gustav Klimt görülecek. Üç ayrı yer ve bilet var. Ben sadece üst ve alt Belvedere bileti alıp Klimt ziyafeti çektim kendime.
Gerçek boyuttaki ünlü 'Kiss' tablosu insanı gerçekten sarsıyor. Açıkçası gerçek boyutunun bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum, on dakika kadar kırmızı panonun önünde çakılı kaldım. Buraya da ciddi bir vakit ayırmak gerek. Mekanlar çok büyük, galeriler iç içe, harita konusunda benim gibi kayıp biriyseniz size de kolay gelsin:) Klimt sergisi Martın 4'üne kadar açık olacak, hani yolunuz düşerse kaçırmayın demek istedim.
Cumartesi sabah bit pazarı var. Naschmarkt dediniz mi tüm taksiler biliyor. Erken gidin ki iyi parçalar yakalayabilesiniz. Ben antikadan anlamam, ancak birlikte seyahat ettiğim arkadaşım çok meraklıydı, iyi parçalar olduğunu da söyledi. Benim yüzüne bakmayacağım malları söylediğine göre oldukça ucuza almış. Dedim ya, ben asla anlamam antikadan, ama onun yüzü gülüyordu. Sabahın sekizinde gittiğimize değmiş dediğine göre. Satıcılar çoğunlukla eski demir perde ülkelerinden. Pazarlık mutlaka yapın, tutarsa iyi indiriyorlar. Gittiğimiz gün hava öyle soğuktu ki, tüm satıcılar maları satıp da gitsek havasındaydı, o yüzden pazarlık işimize yaradı. Sırplar güzel Türkçe biliyor, bu avantajı kullanın.

Akşam yemeği için güzel bir şinitzele ne dersiniz? Oraya kadar gidip de yememek olmaz zaten. Plachuttas Gasthaus zur Oper oldukça ünlü ve lezzetli bir yer. İşinin ehli, her daim tıklım tıklım. Gecenin onunda rezervasyon alınca sevindik, düşünün öyle kalabalık. Mutlaka yer ayırtıp gidin. Sigara içenler, hadi yaşadınız, bu şehirde içenleri kapı önüne koymuyorlar. Barda oturarak istediğiniz kadar tüttürebilirsiniz. Viyana sizi seviyor!
Sırada güzel bir gece klubune gidip eğlenmek kaldı. Ne seversiniz? Biz dans etmek istedik, ve Ameika'lı bir grubun sahne aldığı, blues ve Rock çaldığı barı tercih ettik. İşte karşınızda Planters. Müzik harika, cumartesi akşamı kalabalık, sigara serbest, içkiler kaliteli (bira-Henneken 5€, buna göre değer biçin içkilere), ama servis biraz ağır. Şahsen bir birayla tüm geceyi geçirebilen biri olarak gerçekten umursamadım, canlı müzik performansının keyfini çıkardım, dans ettim. Yine rezervasyon şart diyorum, yoksa bir tek tuvaletin önü kalır dikilmek için:))
İkinci gün tarihi opera binasını gezin derim. Gerçi 1945de bir bombayla dümdüz olup 1955'de tekrar açılmak zorunda kalmış ama, böyle bir müzikholun, sahne arkasının mutlaka görülmesi gerek. Mozart'ın Don Giovanni'siyle perdelerini açmış olan bu bina, orjinalinde 2600 kişilik yapılmış. Yeni versiyonu, güvenlik sebebiyle çok daha
az, ancak müzik herkes için sloganıyla pazartesi-cumartesi arası çalışıyor. Bu aralar Noel konserleri var, artık çok geç tabi, bilet imkansız, ama her akşam 3€ luk ayakta bölümünün gişesi açılıyor, performanstan iki saat önce. Biraz kuyruk beklerseniz bu biletle Mozart'ın Sihirli Flüt'ünü, Viyana Senfoni orkestrasından dinleyebilirsiniz. İki saatten fazla ayakta kalıyorsunuz ama bazen bu bedel aldığınız hazzın yanında küçük kalabiliyor. Ön sıraların 167€ olduğu düşünülürse, ayakta bölümünün ucuzluğu göz yaşartıyor. Üstelik sahneye hiç de uzak değilsiniz, ayakta olduğunuz için de mükemmel görüyorsunuz. Ekran hizmeti burada da var. Yani sergilenen operanın İngilizce tercümesi önünüzdeki ekrandan geçiyor. Her koltuğun önünde zaten mevcut. Herbert Von Karajan, döneminde tüm operaların sadece Almanca değil, kendi dillerinde de okunması gerektiğini söyleyerek bu ekran olayına geçirmiş tüm binayı. Böylelikle dünyanın bir çok ünlü solisti bu binada kendi dilinde konserler verebilmiş. Benim zamanımın her pazar sabahı TRT ekran konuğu olan bu büyük adama teşekkür etmek gerek. Saat 14:00-15:00 iki ayrı İngilizce tura katılıp gezebilirsiniz, hadi içeri girip bir bakayım yok burada:)

Tarihi bina, saray ve kiliselerden gördüğünüz gibi bahsetmedim, çünkü hangi birine yetişebilirsiniz bilemiyorum. Ama ünlü Stephansdom'un önünden fayton kiralayıp tarihi ve romantik bir tur atabilirsiniz. Orada gözünüze kestirdiğiniz yerlere sonra gidebilirsiniz. Stephansdom'un önünde ayrıca turistik konser biletleri satan tarihi kostümlü gençler var. Her gece bir sarayda verilen konserlere gitmek de zevkli. Mozart'ın evinde de böyle bir müzik ziyafetini tadabilirsiniz.
Son olarak Sanat tarihi müzesine gidin diyeceğim. Bruegel'in önderliğini yaptığı Kar ve Kış temalı sergiyi görmenizi isterim. Bruegel'den Beuys'a uzanan (1450 den günümüze) 180 parçalık bir kolleksiyon. Son olarak hazır oradasınız ikinci katta 4 no'lu galeride Bruegel'in ünlü Babil Kulesi'ni ve Düğün isimli eserlerini kaçırmayın. Benim favorim her zaman
Bruegel olmuştur, o yüzden hassasım bu konuda:)
Akşam yemeği için daha önce yazdığım Viyana'da tarih kokan akşam yemeği yazısını okumanızı öneririm. Şimdiden afiyet olsun!

19 Aralık 2011 Pazartesi

Viyana'da Tarih Kokan Bir Yemek


Viyana, müzik ve sanatın şehri. Her sokağı tarih kokan, masal kenti. Bunları hepimiz biliyoruz, asıl bilemediğimiz nerede lezzetli yemek yiyebileceğimiz. Açıkçası ben gittiğim şehirlerin görülesi yerlerinden çok, yenilesi lokantalarını paylaşmayı tercih ediyorum. İki sebepten; öncelikle yöresel yemekler sonra da uygun fiyatlar. Turist kazığından, kalitesiz taklit yiyeceklerden sıtkım sıyrıldı zira. Siz de benim kafadaysanız, buyrun klasik bir Viyana akşam yemeğine.

Restoranın adı Piaristenkeller, 300 yıllık bir geçmişe sahip. Mozart, 1791'de uğrayıp akşam yemeği yemiş ve eşine yazdığı mektupta bundan övgüyle söz etmiş. Zaten binaya girdiğiniz anda bu klasik hava siz sarmalıyor.

Kapıyı açtığınızda dik merdivenlerle karşılaiıyorsunuz ve aşağıya doğru iniyorsunuz.
Taştan mahzene hoş geldiniz. Her yer antikalarla ve Avusturya -Macaristan bayraklarıyla süslü. Masanıza yerleştiğinizde ilk göze çarpan harika bir şarap karafı. Ferforşe ayakların üstüne yerleşmiş ince işlemeli cam balon, şarapla doldurulmuş. Kadehi baloun ağzına bastırdığınızda şarap akıyor. Tabi bu mekanizma o kadar hoşumuza gitti, o kadar eğlendirdi ki bizi kaç şişe içtiğimizi sayamadık bile:)) Canlı müzik eşliğinde ( barok basilika ile klasik parçalar çalınıyor) yenilen menüye gelince; çeşit çok, ben sadece bizim seçimlerimizi yazabileceğim.
Öncelikle sülün çorbasıyla açılışı yaptık. Tek kelimeyle mükemmeldi. Ardından geyik ve yabani ördek yedik. Bana göre hepsi muhteşemdi ama arkadaşlarımdan ördeği sert bulanlar oldu. Açıkçası av hayvanlarının etleri daha sert doğal olarak. Ama lezzetleri de buna bağlı olarak güzelleşiyor. Şu an hayvansever vejetaryen arkadaşlarımın suratlarını görür gibi oluyorum. Biliyorum Özgür, çok karşısın, ben de hayvanları çok seviyorum, avlanılmasın kabul ediyorum, ama bunu da yemeden duramazdım. Söz bir daha yemeyeceğim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde şapka müzesinden (çünkü içeride 300 yıllık bir koleksiyon var) gelen şapkalar konuklara dağıtılıyor. Ve hepimiz, bu muhteşem şapkalarla şarap müzesine davet ediliyoruz. Lokantanın içinden bir tünelle şarap mahzenine geçiyoruz, tünel boyunca yüzlerce şapkayı görüyor, mum ışıkları eşliğinde barok heykellerden çekinerek fıçıların yanına geliyoruz. Burada bizi meyve aromalı şampanyalarımız bekliyor. Küçük bir tarihçeden sonra ilk şampanyanın Avusturya'da neden ve nasıl yapıldığını öğreniyoruz. En eski şarabın 1715 tarihli olduğunu, en yenisinin ise 1970 lerden kaldığını anlatıyor görevli. Daha sonra el öpme geleneği canlandırılıyor. Kadeh kaldırmanın nedenini soruyor anlatan. Tam da kadeh tokuşturma tarihini yeni okumuşum, atlıyorum hemen. Şaşkın bakışlar arasında anlatıyorum ve
Türk kızları grubu bilmiş olarak kadehlerimizi tokuşturup şampanyamızın keyfini çıkarıyoruz. Kadeh tokuşturmak Romalılardan kalan bir gelenek. Kadehlerin bir birine vurduğu an herkes bir diğerine 'zehirliyse sen de, ben de öldük' bakışı atar ve yine göz göze kadehi yuvarlarlar. O devirde herkes birbirinin kuyusunu kazdığı için zehirlenmek an meselesi tabi. Gel zaman git zaman, bu iş birileri şerefine olmaya başlamış. Hatta herkese eşit konmuş mu anlamına tokuşturanlar dahi olmuş. Ama benim en çok hoşuma giden, içkinin piri alevi ustalarının kadeh tokuşturma yöntemi. Tüm dünya bardakları birbirine vururken, bektaşi büyükleri kadehi tutan parmaklarını birbirine değdirir 'cam cama değil, can cana' diyerek içerlermiş içkilerini.
Bu arada şmpanyanın çok lezzetli olduğunu söylemek isterim, Avusturyalılar bunu Prenses Sisi'nin düğününde 20.000 davetliye Fransa'dan şampanya getirmemek için yapmışlar ancak başarmışlar.
Loş ve tarihi bir ortamda, geleneksel tariflerle yapılmış gerçek Avusturya yemekleri için tavsiye edebileceğim bir mekan. Bu arada masaya gelen benim çarpıldığım karafları satın alabilirsiniz. Büyüklüğüne ve camın kalitesine göre fiyatları 99€ dan başlıyor, bayağı çıkıyor. Hele eski olanları ciddi rakamlarla satılıyor. Kadehlerini de alabilirsiniz. Kadehler de çok ucuz değil, cam işçiliği çok pahallı, tanesine 40€ ödemeniz gerekebilir. Çok iyi paketledikleri için de düşünmeden evinize getirebilirsiniz, denedik, kırılmıyor.
Viyana'ya seyahat etmeyi ve buraya uğramayı düşünenler için lokantanın resmi sitesinin linki aşağıda. Bir göz atın. Fiyatı asla çok değil, bu kadar şatafata biz de korktuk önce ama kişi başı 50€, İstanbul'da ödenen bir fiyat. Üstelik en az üç şişe şarabımız var. Sigara içenler, Avusturya'da çok şanslısınız çünkü sizi kapının önüne atmıyorlar. Sigara içilebilen bölümler var, orada yemek yiyebilir, ya da sadece içmek için o bölüme geçebilirsiniz. Sanmayın ki gaz odası. Aksine, iyi havalandırmalı mekanlar. O yüzden boğulmadan tüttürebilirsiniz. Şimdiden afiyet olsun.
http://www.piaristenkeller.at/english/index.htm

11 Aralık 2011 Pazar

İşte Aşure Zamanı!


Aşure, Arapça (aşura)dan gelir ve on (10) demektir. Yani Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının 10.gününü işaret eder. Bu gün bir çok halkın oruç tuttuğu bir gündür. İnanılana göre çok önemli olayların günüdür; Adem peygamberin özrünün kabul edildiği, Halil peygamberin Nemrut'un ateşinden kurtulduğu, Hz. Musa'nın kavmini Firavun'un zulmünden kurtardığı, Yunus peygamberin balığın karnından kurtulduğu, Eyüp peygamberin dertlerine şifa bulup yaralarının iyileştiği, Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf'a kavuştuğu ve gözlerinin açıldığı, Nuh peygamberin gemisinin karayı oturduğu gündür. Aleviler içinse çok daha başka bir anlamı vardır. Kerbela'da Hz. Ali'nin oğlu İmam Hüseyin ve 11 imamın şehit edildiği gündür. Bu yüzden Aleviler için bu tarih ve yapılan Aşure çorbasının yeri ayrıdır. Kerbela'da yenen son yemek olduğu gibi, içine konan en az 12 çeşit malzemeyle ve 12 kapıya dağıtılmasıyla da şehit imamların anılmasına vesile olur. Muharrem orucunun 12. gününde yapılarak bir kez daha bu rakam vurgulanır ve matem orucu sona erer.
Aşureyle ilgili o kadar farklı hikayeler anlatılıyordu ki, ben de oturup araştırmak ve kökenine inmek ihtiyacı hissettim. Çünkü yıllarca eve gelen aşureleri hep aşure mevsimi diye kabul etmiş, nedenine girmemiştim. Geçen yıldan beri neden pişirildiğini biliyorum ve hakkını vermek için de koskocaman bir kazanla yapıyorum. Muharrem'in onuncu gününde evime en az 10 çeşit malzeme sokuyorum tüm yıl bereketi olsun mutfağımın diye. Biliyorum, sadece bir inanç, ama her şeyin başı inanmak değil mi zaten?
Pişirdiğim (tabiki yardımla, sonuçta işin ustası değilim)aşureyi de, şehit 12 imamın ruhuna en az 12 kapıya dağıtıyorum. İşte neden aşure pişiriyoruz, neden bu ay yapıyoruz sorularının yanıtı bu. Peki, nasıl pişiriyoruz?

Tarifimi veririm, ama çoğunuza uymayacağının farkındayım, çünkü iki taşımlık pişirmiyorum, dediğim gibi 5 kg şeker kullanarak, bolca dağıtabileceğim kadar yapmayı tercih ediyorum. Yılda bir kez yapıyoruz sonuçta, şayet derseniz ki, usulune uygun olsun, varsın ordu doyuran olsun, işte size tarif. Ancak öncelikle büyük bir kazan (resimdekinden- 20 lt.) edinmeyi unutmayın. Resimde kazanı karıştıran ve iki yıldır bana aşure ile ilgili bir sürü şey öğreten Nazan Teyzeme de teşekkür ederek onun tarifini sizlerle paylaşıyorum.
- 2 kg. dövme buğdayı ve bir avuç pirinci bir gece önce yıkayın. Duru su çıkana kadar yıkadığınız buğdayı ve pirinci, üzeri dört parmak suyla kaplanacak şekilde ıslatıp bir taşımlık kaynatın. Sonra da kapağını kapatıp sabaha kadar şişmesi için bırakın. Dövme iyiyse sabaha kadar yarılıp şişecektir.
- Yarım kilo fasulye ve yarım kilo nohutu akşamdan ıslatın. Ertesi gün düdüklü tencerede erimeyecek şekilde haşlayın.

- Ertesi gün buğday olan tencerenizi ağzına kadar suyla doldurup bir tatlı kaşığı tuzla haşlamaya başlayın. Kaynamaya yakın 80 gr. kuru siyah üzüm ve 80 gr. (iki paket) dolmalık fıstığı içine atın. 8 gr. kadar karanfili de ekleyin. 15 dakika kaynatın, kapak kapalı şekilde.
- 250 gr. kayısı, 500 gr. inciri küçük küçük doğrayıp kazana ekleyin.500 gr. sarı üzümü ve 500 gr. fındığı da unutmadan tencereye koyun. Bırakın kaynamaya devam etsin.
yarım saat kadar kaynayacak artık. Daha şekeri koymuyoruz.
- Şimdi 5 kg. şekeri koyma zamanı. En son şeker tencereye girecek.Karıştırarak 10 dk. kaynatıyoruz. Şeker dipte kalmasın, iyice erisin.
- 80 gr. dolmalık fıstık, 80 gr. kuş üzümü, 400 gr. dövülmüş ceviz, 2 tane ayıklanmış nar ve tarçın ile kaplara koyduğumuz aşureyi süsleyeceğiz.

Ben kendi kaplarımdan ziyade satın aldığım aliminyum folyo kapları tercih ediyorum dağıtmak için. Malum, o kadar çok kapıya veriyorum ki, ne benim tabaklarım yeter buna, ne de giden geliyor mu takibi yapabilirim. O yüzden tavsiyem bu yönde, ne kendi tabaklarınızı ziyan edin, ne de verdiğiniz kişiyi zora sokun. Atılabilir kaplar en pratiği:)) Mahallemde alış-veriş yaptığım market ve kasabıma, oturduğum sitenin görevlilerine de plastik kaşıkla beraber gönderiyorum. Sadece komşu değil, her türlü emeği geçen kişilere bir vefa, harika bir gönül alma vesilesi bu! Nice dostça, candan aşure günlerine diyor ve ekliyorum AFİYET OLSUN, keseniz bereket dolsun!