Hürriyet

>

23 Ağustos 2012 Perşembe

Holywoodun İki Yüzlü Filmleri Ve Yunuslar

Korkunç bir üretim makinesi, hiç durmadan fikir üretiyor, aklımıza gizliden gizliye sokuyor. Farkında olmadan yıkıyor beynimizi, üstelik en masum nesneleri kullanarak; hayvanlar ve çocuklar. Başrolde bu masum yaratıklar olunca da en çok çocuklarımızın beyni yıkanıyor. Çünkü senaryo veya farketmez, öykü yazımında ilk şart kahramanın izleyici ya da okuyucu ile empati kurabilmesi kuralıdır. Kahraman çocuk ya da hayvan olursa empati kurulan kitle de doğal olarak çocuklar oluyor. Bu, bir sürü harika fikir ekimi yapabilir çocuklarda, itirazım yok. Ama ne kadar başarılılar ya da amaçları gerçekten bu mu? Sadece bunu anlamak için Cartoon Networke bir göz atmanız yeter. Bu kadar şiddet, rekabet ve kötü niyeti bizim ahlaksız bulduğunuz dizilerimizde bile bulamazsınız.
Vaktinizi ayırın, akşam 18:00-20:00 (prime-time) seyredin bakalım. Konuşma olarak tek duyulan ses -Yeaaah. Gelelim konulara. Ebeveyninin izin vermediği bir işi yapan (muhtemelen de son derece tehlikeli ve şiddet içerikli) çocuğun dünyayı kurtarması, anne-babanın bu sonucu görünce çocuğundan özür dileyerek onure etmesi. Ekilen Fikir: Ey çocuk, velin herşeyi bildiğini sanır ama bilemez, sen daha doğrusunu bilirsin. Burnunun dikine git, ebeveynlerine karşı gelip tehlikeli işlere burnunu sok, dünyayı kurtarınca nasılsa senden özür dileyip hatalarını görecekler. Sizce 10 yaşındaki bir çocuk bu veriyle yüklenirse ne kadar sağlıklı kararlar verebilir? Yorum yapmıyor burada bırakıyorum. Ama oğluma bu kanalı seyretmeyi yasakladığımı (çünkü bence şiddeti bilerek ekiyor çocukların ruhuna, ilerisinin beyinsiz asker yetiştirme kanalı bu) belirtmek istiyorum.

Peki gelelim iki yüzlü filmlere. Şu ünlü balina kurtarma serileri Özgür Willy filmleri. Tamamı eğitimli ve tutsak edilmiş Orcalarla, havuzda çekilen, konusu da özgürlüğe kavuşturulmaya çalışılan zavallı balina olan filmler. Kölelerle çekilen kölelik karşıtı film:)) Bence daha çok köle balina ve yunus yaratıyor bu filmler. Çünkü bunu seyreden çocuk bu hayvanlara bayılıyor, görmek istiyor ve doğruca yunus parklarına gidiyor. Oradaki köle hayvanların gösterilerini mutlulukla seyrediyor, sanıyor ki yunus keyfinden gülüyor. Hayır, doğası gereği, aynı joker gibi, palyaço gibi, o yüz ağlayamaz ki? Bu bir pazar, güya protesto filmi, ama hayır, bir propaganda filmi. Aynı bizim zamanımızın Flipper'ı gibi. Bayılmıştık o yunusa, ama o zamanlarda bizim memleket daha medeniydi (fakirdi), yunus parkları yoktu:))  Olsaydı emin olun hepimiz gitmiştik. Bu hayvanların ne kadar duygusal olduklarını, eğitimcilerine ne kadar bağlandıklarını kendi gözlerimle görmeseydim bu işten bu kadar nefret etmezdim inanın bana. O kadar akıllı ve duygusallar ki, sırf sevgi adına herşeyi yapıyorlar. Klorlu su derilerini mahvediyor, beton havuz sonar sistemlerini yok ediyor, o yüzden de rehabilite edilmeden denizlere bırakılamıyorlar. Hele yakalanmaları? Yüzlerce yunus için binlercesi yaralanıyor ya da öldürülüyor (The Cove filmini, şayet yüreğiniz dayanabilirse seyredin).Bunun neresi eğlence? Dişi yunuslar ölü doğum yapıyorlar havuzlarda, sebebi de doğum için gereken yüzme mesafesinin bulunmaması. Bir memelinin yavrusu öldüğünde acı çektiğini bilmeyen var mı? Yunuslar, foklar, balinalar balık değildir, memelidir. Suda yaşıyor olmaları onları balık yapmaz. Son olarak, Flipper'ın eğitmeni Ric O Bary, şu anda sahada çalışan bir aktivist, yunusların özgür olmasını sağlamak için çırpınıyor. Çünkü çok sevdiği yunusu, bizim Flipper'ımız, kendi ellerinde nefesini tutarak intihar etmiş. Ölümü bilecek kadar farkındalık sahibi, ölümü seçecek kadar da mutsuz bir hayvanın son anlarına tanık olmak 180 derece değiştirmiş Ric O Bary'i. Tüm dünyaya yunus parklarını getiren adam, şu anda onları kapayabilmek için çırpınıyor.

Lütfen seyirci kalmayalım, en azından seyirci OLMAYALIM. Müşteri olmazsa yunus parkı da olmaz. Konuyla ilgili araştırın, okuyun ve kendi kararınızı verin. Holywood'un iki yüzlü filmlerine siz siz olun inanmayın!

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Olimpiyat şampiyonu bedenler, istismara uğramış çocuklar!

Sabah Gazetesi yazarı Yüksel Aytuğ, bir makalesiyle tüm kadınları ayağa kaldırdı. Dediği de şuydu, olimpiyatlarda yarışan kadınlar neymiş öyle? Hiç kadına benzemeyen devşirme tipler, kadın demeye bin şahit isteyen memesiz, dar kalçalı yüzücüler, bıyıklı gülleciler.  Tabi böyle demiyor direk olarak ama demeye getiriyor. Açıkçası olimpiyatlarda yarışan kadınlar doğal olarak sokaktan geçenlere benzemeyecekleri gibi, yarışan erkekler de sıradan bir erkeğe benzemeyecek. Bence burada cinsiyet ayrımcılığına gerek yok, şampiyonluğa aday her sporcu bir insandan ziyade bir tür makina gibi işlem görüyor. Kadınların daha fazla etkilenmesinin tek nedeni feminen görünüşten çok fazla ödün vermek zorunda kalmaları. Yani erkek bakış açısına göre. Ama daha fazlası da var tabi. Kadındaki yağ oranı azaldıkça doğurganlığın emaresi olan regl kanamalarının durması, kısırlık, doğum esnasında fazka kaslardaki kasılma sebebiyle ciddi zora giren bebekler. Görüldüğü üzere kadınlar kendilerinden çok daha fazla şey vererek giriyorlar bu işe. O zaman bunu eleştirmek yerine tercihlerinden dolayı tebrik edilmeliler. Erkeklere gelince, açıkçası sporculara baktım da, hiç te erkek gibi görünmediler gözüme. Yani onlar erkekse sokakta dolaşan bu bıyıklılar kim? Çoğunluğu normal kabul edersek, erkek sporcuların da erkeklerin arasında anormal ve erkeklikten uzak olduğunu söylememiz gerekir ki, bu da erkek çoğunluğuna ciddi bir küfür olur. Ama gerçekler bunlar. Olimpiyatlarda kadın ya da erkek yok, sadece kazanmaya odaklanmış, çalışmış, insan bedeninin sınırlarını zorlayan vücutlar var diyelim. Onlara bakış acımız daha çok glatyatörvari olmalı. Onların yaşamları yok, aileleri yok, sadece savaşları var. Ve onun için tüm yaşamlarını feda ediyorlar. Saygı duyup sessizce uzaklaşmalıyız bu konudan. Ancak;
Susamayacağım konu jimnastik dalında yetiştirilen şampiyon adaylarının durumu. Bence kesinlikle çocuk istismarına giriyor bu durum. 3-4 yaşında, sadece vücut yapılarına göre seçilen çocukların esneklik kazanmaları adına bedenlerine yapılanlar başka nasıl izah edilebilir ki? Özellikle Çin ve Rusya'da küçücük çocukların, tamamiyle rızalarından uzak (allahaşkına, 4 yaşındaki çocuğun ne rızası olabilir ki? Tek ihtiyacı olan sevgi, ilgi ve oyun), insanlık dışı çalışma süreleri ve tarzları var. Küçücük bedenler, saatlerce esnetiliyor, ağlama ve acılara aldırılmaksın çalıştırılıyorlar. İşte o yüzden bu küçük ve çekik insanlar tüm madalyaları topluyor, dünyanın en esnek akrobatlarını yetiştiriyor. İtirazım, bu kadar küçük yaştaki çocukların bu durumua maruz kalması. Aynı çocuk fabrikada çalıştırılsa suç oluyor da iş şampiyon yetiştirmeye gelince hak oluyor. Çocuk aynı çocuk, ve sadece çocuk! Doğası gereği jimnastik küçük yaştan eğitim istiyor. Ama dünyada spor konusunda çıta o kadar yükseldi ki, daha iyi olsunlar diye yaşlar giderek ufaldı. Tüm dünyada yaş sınırı getirilse ve bu iş sınırları zorlamaktan ziyade yetenek ve estetik üzerine odaklansa bence bu istismar da ortadan kalkar. Son bir şey daha, o küçücük çocuklara süt ve et verilmediğini, özel diyet adı altında fazla büyümemeleri için proteinden uzak tutulduklarını unutmayın. Çünkü boy uzadıkça jimnastikçi zorlanır. Burada çocuklar Bonzai gibi budanıyor. İşte buna karşıyım ve bu bir istismardır diyorum. Lütfen kadınların memesi yok diyeceğinize çocuk sporcuların istismarına yönelin. 2 sn. daha iyi derece için tüm çocukluklarını ve gençliklerini heba etmeyin. Eğlenmek için mi yapılıyor olimpiyatlar yoksa savaşın başka bir arenası mı? Bu gencecik bedenler de farkında olmaksızın cenk eden beden ustaları mı? Şayet niyet belli olursa bu istismarlar da kolayca bertaraf edilir, kadınlar kadın gibi, erkekler erkek gibi çıkarlar meydana, bir tür makina gibi değil.


Son olarak resimlere dikatli bakın. Çinlilerin jimnastikçi yetiştirme yöntemleri. Çocukların yüzleri ve göz yaşları her şeyi anlatıyor. Bize ise burada SUSMAMAK, tam tersine DURUN diye bağırmak düşüyor.

10 Ağustos 2012 Cuma

Siz Hiç LSV Dükkan Çikolatası Tattınız mı?

LSV Dükkan yani Lösev Dükkan’ında lösemili çocuklarımızın anneleri kendi elleriyle hazırladıkları organik kurabiyeler ve birbirinden renkli el emeği, göz nuru el işlerini sizlere sunuyor. LSV Dükkan bundan tam 12 sene önce LÖSEV Ankara’da, küçücük bir atölyede 5 anne ile başlayan bir çalışmayken bugün yüzlerce annenin ekmek parasını kazandığı meslek atölyeleri haline geldi.                                     

Beslenme ile kanser arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmek için kurulan bu minicik atölye, seneler içerisinde azim, sevgi ve inançla büyüdü. Giderek büyüyen ve insanın içini ısıtan bu başarı öyküsü, LSV Dükkan markasını yaratmaya kadar uzandı. Lösemili çocuklarımızın annelerinin umutlarını, hayallerini işlediği, sevgiyle yoğurduğu her bir LSV Dükkan ürünü sevgili çocuklarımızı hayata bağlayacak.

Tüm renkleri ve lezzetleri ile Türkiye’nin her yerinden LSV Dükkan’a www.lsvdukkan.com üzerinden ulaşabilir ve sipariş verebilirsiniz.

Lösev’i Twitter’da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.