Hürriyet

>

25 Aralık 2012 Salı

ODTÜ'de Bir Protesto Hikayesi

Yıllar önce, Odtü'de öğrenciyken yurtlarda ciddi bir su kesintisi yaşamıştık. Soğuk su varken sıcak su kesiliyordu, sıcak su gelince de soğuk su. Arada da hiç suyun akmadığı günler. Kampüste kalanlar iyi bilir, suyumuz kuyulardan gelirdi, su seviyesi azalınca bu tip bir uygulamaya  gidilmişti. Sonuçta yıkanma olayımız bitmişti, çünkü sıcak suyu ılıtamadığımız için haşlanmamak için yıkanmıyor, soğuk suda da donmamak için yıkanamıyorduk. Suyun olmadığı günlere hiç değinmeyelim. İlk hafta hasarsız bitti, ikinci hafta hafiften bir gerginlik başladı, nedense spor salonlarının suyu hiç kesilmediği için yurtlar oraya taşınır oldu. Önce çantalarla spor salonuna yıkanmaya giden öğrenciler bir süre sonra ( yaklaşık üçüncü haftaya denk gelir) protesto amacıyla bornoz ve terlikle yollara dökülmeye başladı. Spor salonunun önünde kuyruklar oluştu, bornozlu öğrenciler sessiz protestolarını sürdürdüler. Dördüncü haftaya girildiğinde ne yazıkki finaller başlamıştı. Daha doğrusu finaller öncesi bir haftalık tatil (biz buna fırtına öncesi sessizlik derdik). Bu sürede Odtülü günde 18 saatten az olmamak kaydıyla çalışır, zira bir sonraki hafta günde iki sınava girerek bir tür dayanıklılık testinden geçerdi (belki de Odtülünün iş hayatında bu kadar makbul olmasının sebebi budur, yorulmaz, strese dayanıklıdır, son ana kadar öğrenebilir, hatta sınava giderken bile bir chapter bitirebilir). Neyse, stresli hafta başlamıştı, bu dönemde çay en çok tüketilen içecektir. Demlik demlik biter, kantinden alınmaz, mutfakta her katta yapılır, zira kantinden taşınamayacak kadar çok içilir, üstelik sabaha kadar!  Bir öğrenci yıkanmadan idare edebilir, ama çaysız bir tek gece bile ders çalışamaz! O gece, sanırım salı gecesiydi,  23:00 sıraları, dalgın bir öğrenci, elinde çaydanlığıyla musluğa geldi, çay için su almaya kalktı. Ama o gün su olmayan gündü. Çocuk bir anda dellendi, diğer üç hafta neyse de final haftası da olmazdı ki! Çaydanlığı yere atıp bağırmaya başladığı söylenir. Bir anda yurdun koridorlarında yayılır bu öfke, binanın dışına taşar. Ben olaya şahit olduğumda kızgın yüzlerce öğrenci ellerinde demliklerle yürüyüşe geçmişlerdi bile. 24:00 da yurt kapıları kapanır normalde. Ama bu bir protesto ve haklıyız, derhal yurt kapılarımız açıldı, hepimiz bu kalabalığa karıştık. Tüm yurtlar sokağa dökülmüştük. Odtü kapısına doğru halay çekerek, pijamalı, sabahlıklı, bornozlu gidiyorduk. Hiç bir direnişle karşılaşmadık, zira elimizdeki çaydanlıklar silah sayılmazdı. Jandarma sağolsun yanımızda, aman kardeşim, terhise 10 gün kalmış başımı belaya sokma bakışı atıyor bize. Ama biz bela değil su istiyoruz. Gece 2:00 civarı insan hakları derneği başkanı ve CHP milletvekillerinden biri gelerek bize su sözü verdiğini hatırlıyorum. Rektörümüz de onayladı. Paşa paşa yurtlarımıza döndük. Ertesi sabah sularımız gelmişti.

Bu ODTÜ'de katıldığım ya da şahit olduğum eylemlerden sadece biridir. Ne kadar basit, ne kadar zararsız bir eylem. Ama yapmasaydık suyumuzu da alamayacaktık! Bence protestoculuk bir ruhtur, neyi protesto ettiğin değil, edip etmediğindir. Haklarını bilmen, bunlar için savaşmayı göze alman demektir. Biz edenlerdeniz, öyle gördük abilerimizden, bakıyorum da kardeşlerimiz de değişmemiş.

Yukarıda anlattığım öyküyü hafif ve gereksiz bulanlar, politik olmadığı için küçümseyenler olabilir. Burada amacımın bir ruhtan bahsetmek olduğunu anlayanlar ise nereye varacaklarını biliyorlar. Son günlerde ODTÜ düşmanlığını yaymaya çaılışıyorlar, bizi kibirli, dengesiz, düzen bozucu olarak tanıtıyorlar. Suyu için bile savaşmak zorunda olan, üniversite sınavlarında yüzde bire girerek zekasını kanıtlamış olan bir grup genciz işte. Melih Gökçekle başlayan bu nefret kampanyasını buralara çekmek ancak bozulmuş zeka dediğimiz kurnazlıkla olur ki, bugün ne yazık ki etraf bu tarz insanlarla dolu. Ahlak olmayınca zeka korkunç bir hal alır. Hitler ile Atatürk arasındaki fark da buradan geliyor. Biri dünyayı yıkarken zekası ve hırsıyla, diğeri yepyeni bir vatan kuruyor. Odtü her zaman ilk ateşin kıvılcımını vermiştir, ön ayak olmuş, gerek kendi okulunda, gerkse ülkesinde yanlış giden olaylara müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bizlere de harika bir örnek olmuşlardır. Günlük hayatın monotonluğundan bir anda ODTÜ'lü ruhuna geçiş yaptırmıştır, aferin gençlerimize.

Gururla diyorum ki; Ben Bir ODTÜ'lüyüm!

1 Aralık 2012 Cumartesi

2. Bumerang Ödülleri ve Yine Aklıma Düşenler

Sevgili okuyucu, bildiğin üzere gittiğim festival ve davetlerde iyi olanların yanında daha neler olabilirdileri de düşünmeyi severim. Herkes överse herşey aynı kalır. Ama iyi bir eleştiri her zaman geliştirir. O yüzden yazım her iki yanı da kapsayacak, aman dikkat.

Öncelikle Türkiye'de bloggerlar için başka hiçbir organizasyonun olmadığını söyleyerek başlıyorum yazıma. Dolayısıyla bizim için biricik olaydır Bumerang. Alternatifi, benzeri, ya da rakibi yoktur! Tabi bunun getirdiği iyi ve kötü yanları var. Bakalım bunlar neymiş;

1. Katılım çok, tüm bloggerlar yanındayız, çünkü başka alternatifimiz yok, canı gönülden bizi kucaklayan bu organizasyona destek veriyoruz. Bir alternatifin olması biz bloggerların işine çok yarardı, rekabet kurumları geliştirir zira.

2. Eğitim, kazanç, deneyim, okunurluk ve ödüllendirme konusunda bizi çok destekleyen bir organizasyon. Monopol olduğu için daha iyisi olabilir miydi fikrimiz yok, kuralları Bumerang koyuyor çünkü, pazar değil.

3. Bize, yaptığımız işe deger ve önem veren tek kuruluş Bumerang. Bloggerların gücünü keşfeden, ve bunu pazarlamada kullanan ilk organizasyon. Tabi başka medya üyelerinin de bloggerlara açıldığı alanlar var, ama hiç biri bana göre Yazarkafe ve Bumerang kadar etkili olamadı. Keşke örnek alıp gelişseler, daha iyi olup bloggerlar için kapışsalar. Böylece biz de pazarda bir söz sahibi olduğumuzu hissederiz. Şu an değerimiz  sadece bize verilen. Ama gerçekte de bu mu? Serbest pazarda, ciddi bir rekabette acaba yine bu olur muydu?

4. Kaliteli blogların, süreklilik arz edenlerin, gündemi takip edenlerin sayısı aslında o kadar da fazla değil. Bloggerlar bağımsız yazan, özgür kafalardır. Dolayısıyla en güvenilir kaynaklardan biridir. Ekmeğimizi buradan kazanmıyoruz, sonuçta yazdıklarımız sadece kendi fikirlerimiz, kimse bize bir şey yazmaya zorlayamaz. Gücümüz de buradan gelir. Bir şeyi beğenmişsek yazarız, okuyan bilir ki, gerçekten, karşılıksız yaptık bu övgüyü. Beğenmemişsek de okuyucu bilir ki samimiyiz. Bunu yazacak kadar da özgürüz. Bu gücü kullanmayı bir tek Bumerang mı düşündü acaba? Gerçekten merak ediyorum.

5. Gelelim ödül gecemize; güçlü bir organizasyondu, katılım yüksekti, buna gündüz yapılan eğitim de eklenince tüm günü kaplayan bir etkinlik oldu diyebilirim. Atölyeye katılmadığım için o konuda ukalalık edemeyeceğim, ama tören iyiydi. Geveze'nin radyo performansları çok daha yüksek, gecede tutuktu bana göre, daha esprili olabilir, hepimizin bayıldığı kahkalarından atabilirdi. Ama aksine çok ciddiydi. Galiba ortam bunu gerektiriyor:)) Sağolsun sahneye davet edilenler çok uzun konuşmadılar. Çünkü kimsenin dinlemeye pek niyeti yoktu. Lütfen arkadaşlar, bu kadar blogger bir araya toplanmış, birbirlerini tanımak ister. Çoğumuz gizli kimlikle yazıyoruz, okuduğumuz birini tanımak ne hoş bir supriz oluyor. O yüzden de bizim gecemizi elimizden uzun konuşmalarla almayı bize saygısızlık kabul ediyorum. Heleki bir konuşmacı 'susmazsanız valla şiirimi okumam, bi susun yahu' demeye başlamışsa, aslında susması gerekenin kendi olduğunu anlamamış demektir, ne acı, bazen içki ve ego insanın mantığını elinden alıyor.

6. Bloggerlar çok genç bir nesil. Hepsi yirmili yaşlarda. O yüzden de şayet 40'ı geçmişseniz ne konuşmanız gerektiğini iyi düşünün. Sizin güldüğünüz, ya da çok beğenerek alıntı yaptığınız öykü ve şiirleri bu genç grup çok da beğenmeyebilir, suç kesinlikle onlarda değil zamandadır, dinleyiciyi yakalamak konuşmacının marifeti ve görevidir, kimse dinlemek zorunda olduğu için dinlemez, okulda değilse tabi:))

7. Ay hiç mi iyi yanı yoktu diyenlere, vardı valla diyeceğim, blogger arkadaşlarımla dans edip şarkı söylediğim bir konser vardı mesela. İlk çıkan sanatçı Teoman'dan, Kayahan'dan söyleyerek bizi mest etti. Mirkelama gelince, kendini biraz yenilese ne güzel olur, Kokoreç'te kalmış gibi geldi bana.

8. Blogger arkadaşlarıma gelince,
Gençliği, sevimliliği ve minyonluğuyla insana kucaklamak hissi uyandıran vişnetadinda ,
Her zaman keyifli ve eğlenceli, dans ustası, iyimserlik gurusu   omagtivities ,
Güler yüzlü, tweetlerin efendisi Koray Öksüztepe,
Bir de yeni tanışıp gürültüden bir türlü blogunu öğrenemediğim gizemli İzmirli arkadaş, umarım takip ediyorsundur, lütfen mesaj at, blogunu merak ediyorum.

İçkiler bol ve kaliteli, yemekler lezzetli, mekan geniş ve havadar, insanlar genç ve neşeliydi. Peki kimler ödül aldı? Bunu da yazmazsam olmaz. Bayanlar açık ara öndeydi açıkçası, İzmirli grup da  ödülü kaptı. Masalarını ve boyunlarını KSK bayraklarıyla süslemeleri çok hoştu. Gelecek yıl ben de bir ödül istiyorum, o yüzden daha çok çalışmalıyım. Gerçi yukarıdaki eleştrilerimden sonra başıma neler gelir pek bilemem ama:))



Son olarak, Şişli tarafında ana caddede, ödül gecesi  00:35 civarlarında, tartışma yaşadığı insanlardan kaçarken arabama sağ cenaptan bindiren, sonra da arkasına bakmadan kaçan gri Clio'lu manyak, evet sana söylüyorum, bu hukuki sistemde sana bir şey yapamıyorum ama öbür tarafta da hakkımı helal etmiyorum.

İşte Ödüller ve kazananlar;


      En Tarz Blog       www.dadatart.com

      En Çalışkan Blog
  1. www.yolunneresindeyim.blogspot.com
  2. En Sosyal Blog :
  3. www.balkopugutasarim.com
  4. En iyi Yerel Site :
  5. www.karsiyakalife.com.tr
  6. En Uyumlu Site:
  7. www.maroon.com.tr
  8. En Bilge Forum:
  9. www.gezenbilir.com
  10. Jüri Özel Ödülü:
  11. www.city-shot.com


Çocuklarda Yaratıcı Yazarlık Dersleri

Sevgili okuyucu, bugün bir okuldan naklen bildiriyorum. Lise kantininde oturmuş bir yandan gençlerin keyifli öğle aralarını seyrederken çılgın müzik eşliğinde bu satırları sizlere aktarıyorum. Peki niye mi buradayım? İşte güzel soru diye buna derim. Çünkü blogunuzun yazarı artık gençlere ve genç olma yolunda ilerleyen çocuklara yaratıcı yazarlık dersleri vermeye başladı. Sanmayın ki bir günde karar verdim ve bu işe başladım. Aslında uzun süren bir eğitim ve uğraş sonunda oldu tüm bunlar. On yıla yakın süre YY eğitimlerine, senaryo yazarlığı seminerlerine ve atölyelerine katıldım. Konuyla ilgili onlarca kitap, ilgisiz yüzlerce kitap okudum. Okumak zaten bir iş değil keyif benim için. Uzatmayalım, yazma serüvenimi gençlerle paylaşmanın onlara yol göstereceğini düşündüm ve bu işe girdim. Aslında daha önce yazmak istiyordum bu yeni yolumu, ama önce bir deneyeyim, geri adım atacaksam da sessizce atayım dedim. Yaklaşık iki ay oldu, görünen o ki bu işi kıvırmaya başlıyorum. Altmıştan fazla öğrencim var, hepsi yazmaya çok hevesli, üstelik de harika çocuklar. Bundan keyifli ne olabilir ki?

Otuzlu yaşlarımın ortalarına kadar gayet büyük bir firmada, gayet ciddi bir iş yaptım. On yılımı doldurduğumda kafamda ziller çalıyordu, istediğim bu muydu? Para, evet iyi kazanıyorum. Yükselme, o da olacak, şirketten menfaatler, sormayın gitsin, altın madeni! Ama bir sorun var Huston! Mekik bir türlü gitmiyor! Zorlamakla olmayacak, bebek de bahanem olsun, bastım istifayı!

Ne istediğimi, neyi yaparsam tatmin olacağımı anlamam çok uzun sürmedi. Yazmayı seviyordum, her ne kadar para etmiyor, edebi sayılmıyorsa da seviyordum işte. Ben de başladım yazmaya. Derken blogumu açtım. Ayda yüz kişi gelir ya da gelmez bir sayfaydı. Zamanla izleyici rakamım yükselmeye başladı, Yazarkafe'ye üye olmamla da başka bir boyuta geçti. Artık aylık rakamlarım binlerin üstüne çıkmıştı. Bumerangın devreye girmesiyle bu sefer reklam almaya ve sayfamdan para kazanmaya başladım. Şu an aylık tıklanma rakamım dörtbinlerde. Derken birden küçük bir ampul yanmaya başladı kafamda, bu kadar keyif aldığım bir iş acaba profesyonel bir meslek olabilir miydi? Amerika ve Avrupa okul müfredatlarını inceledim, creative wrtting dersinde ne yaptıklarına baktım. Türkçeye çevirdim ve Türk yazar-öykülerle uyarlama yaptım. Sonuçta bir yıla yayılan koca bir müfredat oluşturdum. Son olarak bu müfredatı okullara anlatmak kaldı. O konuda da şanslı çıktım, çok dolaşmadan bana ve programıma inanan bir okulla sözleştim. Sonuç; haftada iki gün altmıştan fazla öğrenciye YY dersi veriyorum. Küçük küçük yazmaya başladılar. Ama daha çok okumayı öğreniyoruz beraber. Öykü inceliyoruz, film seyrediyoruz, kahramanları, kurguyu, anlatım dilini, konu ve anafikri çıkarıyoruz. Kendi en sevdikleri filmleri, öyküleri analiz ediyor çocuklarım. Ve sonra diyorlar ki, vay be, demek aslında buymuş! Biraz büyüyü bozuyoruz belki ama sonuçta bilinçli okuyucu ve izleyici olmaya başlıyorlar, farkı görüyorum. Veliler de memnun, yazı yazan çocuklar onları da memnun ediyor. Diyorlar ki, çocuğumuz ilk defa yazı yazıyor ve sizden duydukları kitapları okuyorlar! Ne kadar güzel!

İşte kırkımdan sonra çizdiğim yol ve yeni işim bu. Çok mutlu ve keyifliyim. Sizlere tavsiyem mecbur olduğunuz işi değil, keyif aldığınız işi yapın. Böylece işe mi eğlenceye mi gittiğiniz anlamazsınız. Birazdan dersim için bir film izleyip kurgu çıkaracağım, belli sahneleri kesip yapıştırarak çocuklara bir ders hazırlayacağım. Dersin sonunda çocuklar kovalama olay örgüsünü ve kurallarını öğrenmiş olacaklar. Harika bir ders daha!


Okulda dersimi alamayan istekli çocuklarımın ve velilerinin ısrarı üzerine cumartesi günleri Cadde'de atölye yapıyorum. Gelmek isteyenleri beklerim. Detaylar için http://www.baleokulumuz.com/  adresine başvurabilirsiniz. Ya da facebook'da  yarattığımız ekinliğe katılabilirsiniz.
https://www.facebook.com/#!/events/572123829481683/?context=create

Hepimize mutluluk veren, yorgunluk yerine de omuzlarımıza sevgi ve keyif yükleyen meslekler, işler diliyorum.