Hürriyet

>

8 Şubat 2014 Cumartesi

İSA BU KÖYE UĞRAMADI - CARLO LEVİ


"- Biz Hristiyan değiliz, derdi köylülerim; İsa Eboli'ye uğramadı.
           Hristiyan onların dilinde insan demektir. Onların ağzından sık sık duyduğum bu söz belki aşağılık duygusunun acı belirtisiydi sadece. Biz Hristiyan değiliz, biz insan değiliz; insan diye değil, hayvan diye bakarlar bize, birer yük hayvanı gibi. Hayvandan da aşağı sayılırız, ecinnilerden bile aşağı, çünkü onlar, melekçe olsun, şeytanca olsun kendi hayatlarını yaşarlar; biz ise ufkumuzun ardındaki Hristiyan dünyasının baskısı, üstünlüğü altında ezilmişiz." s:1

1936 yılının Faşist İtalya'sında sosyalist düşünce ve yazılarından dolayı Güney İtalya'nın küçük bir dağ köyüne sürgüne yollanan Carlo Levi'nin iki yılını anlattığı kitap işte bu sözlerle başlıyor. Kuzey'in zengin ve eğitimli şehirlerinden sonra bu basit, fakir ve unutulmuş köyde Carlo Levi devlet ve köylü ilişkisine bakışını yeniden düzenleyecek. Hizmet vermek için köye uğramayan ama vergilerini aksatmadan toplayan, ordusuna asker çağıran bir devlet ile, bu düzene kızan ama karşı da durmayan, karşı duran (Eşkiyalar)lara karşı sempati duyan cahil ve fakir köylülerin hayatta kalma uğraşı.

Hürafelerin, büyülerin, cinlerin eşliğinde bulunan gömülerin, Amerika'ya para kazanma hayalleriyle giden erkeklerin, para vermediği için hastaya bakmayan, zaten artık doktor bile sayılamayacak doktorcukların, cahilliği destekleyen öğretmenin ve devlete iyi gözükerek terfi hayal eden muhtarın köyüdür bu. Sadece sürgünlerin yollandığı, hücre hapsine denk bir yer. Devlet Roma'dan çok uzak, ama kurallarını harfiyen uygulayan bir köy. Sarhoş ve yarı deli bir rahip, güzelliği sebebiyle peçeye mahkum edilmiş bir kadın, birbirleriyle konuşmaları yasak olduğu için ıslıkla yemek paylaşan iki genç sürgün, sansüre meydan okuyan bir posta ve memuru ve diğerleri işte bu kitabın diğer kahramanları.

Ne devlete, ne dine ne de adalete inancı yoktur bu köyün, sadece sabreder. Kurtuluş umudu yoktur, düzeltme, isyan etme, karşı çıkma yoktur. Bazıları sadece kaçar ama sonra yine döner bu küçük köye. Çünkü dışarda başka biri olma şansları yoktur. Amerika'ya gidenlerin çoğu İngilizce bile öğrenmeden dönmüştür köylerine büyük buhran sırasında. Onlar "kaderin kuludur. Devlet kaderin güçlerinden biridir, ekinleri yakan yel, kanı kurutan sıtma gibi. Kaderin karşısında yaşamak, susmak, beklemekten başka türlü olamaz."(s:71)

"Köylüler için devlet Tanrı'dan daha da uzaktadır, çünkü devlet hiç bir zaman onlardan yana olmamıştır. Devletin politika yolu, kuruluşu, programı ne olursa olsun. Köylüler anlamıyor bütün bunları; bir başka dil bu onlar için; anlamak istemeleri için bir sebep lazım, o da yok. Devlete karşı, propagandaya karşı bir tek korunma çareleri var, o da sabretmek." (s:69)

Metin, kurmacadan çok gerçek anılara dayandığı için belli bir olay örgüsüne sahip değil, karakterden karaktere ve günlük akışa göre değişiyor. Tıpkı hayat gibi, tek bir öyküye sadık değil, dağınık ve sonu yok. Yazarın aynı zamanda ressam olması betimlemelerine tuval havası veriyor ve çok canlı imgeler yaratıyor beyninizde. Yazarın yine sadece gözlemlerine yer vermesi sizi ciddi bir duygu erozyonundan koruyor, uzaktan tanıklık etmenizi sağlıyor. Anlatılanlar o kadar evrensel ki, sanki isimler Ahmet, Mehmet olsa bir Doğu Anadolu köyünde olduğunuzu düşüneceksiniz. Bir oğlunu dağa eşkıyaya kaptıran, diğerini orduya veren anne sanki  Güney İtalyan değil de Anadolulu. Batıl inançların benzerliği, büyünün varlığı, dinin şekil değiştirerek yöreye ait adetlerle harmanlanması ve oraya özel olması, ağa sistemi, fakirlik ve çaresizlik o  kadar benzer ki Satre'ın önsözde bahsettiği tekil evrenselliğin ne demek olduğunu içinizde hissedeceksiniz.

"Bizim bedenlerimiz dünyanın örgüsünde mevcuttur, ama dünya da benim bedenimin kumaşından yapıldı." Marleau-Ponty (s: 10)

Bu eser, yazarın dilimize çevrilen tek kitabı ne yazık ki. Tanışmak için tek şans. 1936ların İtalya'sını tanımak, benzerliklerimizi görmek, doğayla insan ilişkisine girmek, biraz da bu kadar benzer başlayıp bugün gelinen noktada ne kadar farklı yerlerde olduğumuzun hüznünü tatmak istiyorsanız doğru seçim.

Yazar, 1972 yılında zatürreden Roma'da ölür. Ama vasiyetine göre sürgüne gönderildiği Aliano köyüne gömülür. Kitapta bahsi geçen Gagliano köyü gerçekte burasıdır. Blogumu yazarın kendi çizimiyle resmettiği sürgün yeri resimleriyle renklendirmek istedim.
İyi okumalar!